Halk şiiri, hayatımızda, iki büyük rağbet devri idrak etmiştir. Bunlardan birincisi Mehmet Emin — Ziya Gökalp ile Rıza Tevfik'in temsil ettiği devir, İkincisi ve en genişi de zamanımızdır. Bu iki devir arasında mühim bir fark var; Halk şiiri çığırında yürüyenlerden pek çoğu âşık tarzına ve edasına sonradan dönmüşlerdir. Daha evvel aruzla ve şahsî - hissi şiirler yazarlarken birdenbire heceye, millî zevke, halk çeşnisine yöneldiler. Bugünün genç şairlerinden pek çoğu ise evvelkilerin aksine, evvelâ âşık tarzı ile şiire başlamışlar, sonradan başka bir tarz, başka bir yol tutturmuşlardır. Son senelerde halk şiiri, âşık edası her zamandan fazla rağbet görmeğe başladı. Sesini duyura bilen, ism yapabilenlerden bir kısmı, başladıkları şekle tamamen sadık kalmadılarsa da halk zevki ve motifleri mısralarında görülü görülüveriyor. Bu genç şairlerden mühim bir kısmı da, ufak tefek farklarla, ilk sanat ekollerinden, hak tarzından ayrılmıyorlar. Fakat halk şiirnden fevz ve ilham alan şairlerin her zümresi iciçe halkalar gibi birbirlerine yakın, birbirleri arasında bulunuyorlar. Ekserisi Ankarada bulunan bu gene ve kabiliyetli sairler sık sık şiir toplantıları tertip ederek birbirlerini tanıyor, kendilerini tanıtıyor lar. Yurdun muhtelif köşelerinden, bağırları memleket zevki ve sesiyle dolu olarak, çalışmağa veya tahsile gelen bu gençler millî sanata, millî şiire hangi yoldan gidileceğini sezmişler, sezdirmişlerdir. Bir zamanlar şiir namına yapılan gariplikleri, mânasızlıklan gördükten sonra bugün millî şiirin öz kaynakları üzerinde duran, çalışan genç şairleri sadece takdir etmek kâfi değildir; onları tanıtmak da lâzımdır. Biz burada bu genç, âşık tarzına sâdık şairlerden bazı örnek parçalar almakla iktifa ediyoruz:
HANCI Gurbetten gelmişim, yorgunum, hancı! Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş Aman karanlığı görmesin gözüm, Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş Sıla burcu burcu, ille ocağım. Çoluk çocuk hasretinde kucağım Sana her şeyimi anlatacağım, Otur başucuma, sor yavaş yavaş. Güç belâ bir bilet aldım gişeden, Yolculuk başladı, Haydarpaşa’dan Hancı, n’olur, elindeki şişeden Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş! Ben o gece hem ağladım, hem içtim, İki gün diyardan diyara uçtum, Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim, Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş Garibim, her tarat bana yabancı, Dertliyim çekinme, doldur be hancı! İlkönce kımıldar hafit bir Hancı. Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş Bende bir resmi var yarısı yırtık. On yıldır evimin kapısı örtük Garip bir de sarhoş oldu mu artık Bütün sırlarını der yavaş yavaş İşte, hancı! ben hor zaman böyleyim, öteyi ne sen sor ne ben söyleyim? Kaldır artık, boş kadehi neyleyim? Şu benim hesabı gör yavaş yavaş Bekir Sıtkı ERDOĞAN GİBİSİN Aşığın çaldığı, gönül sazıdır; Ben mızrabı, sen de teli gibisin. Gerdanında benler dizi dizidir. Semadaki samanyolu gibisin Mendilimde benek benek nakışın Aya benzer yaşmak tutup bakışın. Deli gönlü sarhoş eder kokuşun Çiçeklenmiş iğde dalı gibisin. Allı entarini sürür geçersin. Başına bir yazma bürür geçersin, Cevdet, arı gibi güzel seçersin Sunam sen de oğulbalı gibisin. AŞIK CEVDET GARİPSEME Başımı ansızın saran şu duman Ne Keşiş, ne Ağrı, ne Toros’ta var. Bu garip gönlüme benzeyen liman Ne İsveç, ne Norveç, ne Rodos’ta var. Yuvarla, korkmadan yuvarla çığı Ezilmek bahtımın alışkanlığı. Gözümün şahlanan su taşkınlığı Ne Dicle, ne Fırat, ne Aras’ta var. Erit su dağların erit karını Bir kar damlasında düşün yarını, Çaldım duaların kapılarını Anahtar ne iman, ne papasta var. Eride, beni de yıllar eride Güneşli sahalılar kaldı geride. Gönlümün iklimi ne Hakkâri'de Ne Kars’ta, ne Van’da, ne Sivas’ta var. HALİL SOYUER KAYBOLMAYANLAR Meyva aldım sonbaharda dallardan, Ömür içtim kadeh kadeh yıllardan. Geçip gitsek mor fidanlı yollardan Tez kaynaşır, duman gider, iz kalır, Nerden girdim dünya adlı kafese Bana, düştü keder denen tek hisse, Bahar gidip hazan vakti yel esse Dal oynaşır, yaprak düşer, öz kalır. Gurbet ilde yola çıkıp dağ aşsa Döner gelir kuş yuvaya alışla Tenha yerde iki âşık buluşsa Dil söyleşir, seda, gider, söz kalır. Yolum meçhul, şaşıp kaldım son izde Senelerdir kan kalmadı benizde. Derin derin inildiyen denizde Su eğleşir, buhar uçar, tuz kalır. HÜSEYİN ÇOLAK YAR DİYE Kız sevdiğin var mı dedim Var diye, var diye güldü. Bakışın bahar mı dedim Yar diye, yar diye güldü. Sabahın rengine sarın Müjdecisi ol baharın Saçların, ya dudakların Nar diye, nar diye güldü. Düşü bayıra yorarını Oynaşın var mı ararım Konu komşuya sorarım Sor diye, sor diye güldü. Gönül vermişim san’ata Saçların bedel hayata Gözlerin sorma Nihat’a Kor diye, kor diye güldü. NİHAT ETİZ