Toplumsal İnsanbilim Nedir? Neyle Uğraşır

Bu Derginin Diğer Makaleleri

Aktan,Oğuz ; "Toplumsal İnsanbilim Nedir? Neyle Uğraşır"; Halkbilimi (ODTÜ-Türk Halk Bilimi Topluluğu) (1. Seri); Haziran / 1979; Cilt: 6; Sayı: 52; Sayfa: 12

(Geçen sayıdan devam)


Fransız toplumbilimciler ve etkileri:

O sıralar Fransa'da gelişmeye başlayan bir toplumbilim okulu, erken 20. yüzyılın başlarında önde gelen İngiliz insanbilimcilerini etkileyerek, araştırmaların bütünüyle çağdaş toplumlara kaydırılmasına ve o zamana değin araştırma alanıyla bütünleşmiş diye bilinen kazıbilim ve fizik Antropoloji ye verilen önemin azalmasına neden oldu. Fransız bilim adamlarının en tanınmışı Emile Durkheim (1857- 1917), önemli yazılarından birçoğunu 1898' de, kendi görüşlerini yaymak amacıyla kurdukları L'Annee Sociologique adlı süreli dergide yayımladı.

Durkheim, İngiliz toplumbilimcisi Herbert Spencer'in yolunu izleyerek, gerçeğin, bireysel organizmaların davranışlarına in- dirgenemeyecek, özel, toplumsal bir yanının olduğunu ileri sürüyordu. Toplumsal gerçekler, toplumu oluşturan bireylerin bilincinden bağımsız 'şeyler' olarak incelenmeliydi. (Regles de la Met- hode Sociologique, 1895). Toplumsal gerçekler, davranış kurallarıdır; düzgüler (normlar), değer ölçüleri, toplum üyelerinin beklentileri, uygun davranışlara ve kendini bilmezce davranışlara tepkilerdir. (Toplumsal düzgünün, istatistikteki düzgüden anlam bakımından farklı olduğu unutulmamalıdır. Toplumsal düzgü, halkın beklentileridir; istatistik düzgü ise genellikle olandır.) Birey bunları bilir ve uyar. Doğduğunda, kendini belirli kurallara göre işleyen bir dünyada bulur. Bunları yıkmaya çalıştığında acı çeker, tepki görür. Bazı kişilerin bu kuralları, bilerek ya da bilmeden güdüleriyle yıkmaya çalıştıklarını biliriz. Buna, bireyin bireyciliğini göstermesi diyelim. Kurallara gelince, bunlar hiçbir bireysellik yansıtmaz. Toplumsal davranış (belirli koşullardaki kişilere uygun düşen, ondan beklenen davranışlar), çok yönlü baskılara bir yanıttır. Şu yada bu şekilde kişiliğin yansıması demek değildir. Bu davranış, toplumsal çözümlemenin, avamdan bir kişiye en güç gelen ilkesidir. Fakat temel bir ilkedir.

Durkheim'in çalışmalarının çoğu endüstrileşmiş Avrupa’yı konu alıyordu. Daha basit toplumlarm sorunlarına eğildiği de olmuştur Durkheim’in, De la Division Travail Social (1893) adlı çalışmasında, basit ve karmaşık işbölümünün olduğu toplum- lardaki dayanışma ölçüsünü karşılaştırmalı olarak incelemiştir. Basit toplumlarda dayanışmanın (açıklanması güç bir sözcüktür dayanışma; kısacası, toplumun nasıl olup da parçalanmadan durduğunu anlatır) mekanik olduğunu söyler. Bu terimi de açacak olursak, toplum, benzer birimlerin (öğelerin) işbiriiğiyle birarada durur. Bu durumu anlatmak için Durkheim’in bulduğu örnek, solucanın boğumlarıdır. Solucan, başlıbaşma bir organizmadır, ama ikiye böldüğümüzde yaşamını sürdürür; iki ucu, yani başı ve kuyruğu birbirine organik olarak bağlı değildir. İşbölümünün daha gelişmiş olduğu toplumlarda dayanışma organiktir; toplumu birbirinden ayrı parçalar halinde düşünülemez. Buna benzeyen toplumlarda dayanışma, birbirini tamamlayan öğeler arasındaki bağlardan doğan bir sonuçtur. Erkek kardeşler arasındaki dayanışma mekaniktir örneğin; kocanın karısıyla dayanışması organiktir. Erkek kardeşlerin ortak çıkarları vardır; aynı kalıttan pay alacaklardır; haklarını savunmada birleşirler. Ama bu kardeşler büyüdüklerinde herbiri kendi evini kurabilir; çoğu zaman da böyle olur. Karıyla koca durumundaysa, bu ikisinin işbirliğinde olmadığı bir yuva düşünülemez.

Formes Elementaires de La Vie Peligieuse (1912) adlı kitabında Durkheim, Avustralya aborijinleri arasında yapılmış alan araştırmalarının sonuçlarından yararlanmıştır. Bu kitapta, Robertson - Smith'in dilinden düşürmediği Ritüeller’den önemle sözetmiştir. Ritüeller, toplumun düzenini yansıtırdı; tapınılan tanrıysa gerçekte toplumun kendisiydi. Davranış kurallarının ve toplumun en yüce bildiği değerlerin kişileştirilmesiydi. Zaman zaman yerine getirilen peryodik ritüeller, toplum üyelerini çok gergin, duygusal bir ortamda biraraya getirir; bağımsız olduğunu bir kez daha ilan eder, varoluşlarını sağlayan kuralların sürdürülmesini garantiler. Bugün birçok insanbilimci, bu yaklaşımla din incelemelerinin altından kalkılamayacağı görüşündedir; fakat o zamana değin dinler konusunda hiç üzerinde durulmamış bir konu bu görüşle aydmlatılabilmiştir. Alan araştırmacıları bundan böyle, dinsel ritüellerin, çok sık yinelenen toplumsal ilişkileri simgelediğini görmezden gelemeyeceklerdir.

Toplumsal insanbilim üzerine öğrenim görenlerin yakından tanıdığı Durkheim çağdaşı Marcel Mauss (hediye değişimi ve şimdilerde ‘karşılıklılık’ diye adlandırdığımız ilişkiler konusunda çalışmalar yapmış) ve Van Gennep’in (çeşitli ritüeller üzerine çalışmaları vardır) da burada adlarının anılması gerekir. Yeni kuşaktan Levi - Strauss, Malinowski’nin Trobriand Adaları üzerine yaptığı çalışmalarda sözünü ettiği ‘karşılıklılık’ ilkesini, toplumsal yapının temel taşı olarak görür.

20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış iki İngiliz insanbilimci, Fransız toplumbilimcilerin çalışmalarından çok etkilenmiştir. Bu iki bilim adamının kuramları çağdaş insanbilime çak yaklaşmıştır; genellikle bugün tartışılan konular üzerine görüşlerini belirtmişlerdir. Malinowski'nin görüşleri, ruhbilimine yakınlığıyla Durkheim’inkinden ayrılırdı. Radclifife - Brown ise, temel ilgi alanını toplumsal yapı olarak saptayarak, Dutkheim’in izinden gitmiştir (sonunda aynı aşamalara vardı).

İnsanbilimciler arasında konularını daha geniş tutarak, daha kapsamlı toplumları inceleyenler de öldü; bunlar, günümüzün endüstrileşmemiş toplamlarıyla, tarihsel belgeleri elimizde bulunan toplumlar arasında karşılaştırmalar yapmışlardır. Bunlar, tarihsel belgeleri toplumbilimsel yaklaşımla değerlendiren yazarlardan çok etkilenmişlerdir. En tanınmışlarından Max Weber (1864-1920), farklı siyasal düzenlere sahip toplumlar üzerine yaptığı çalışmalarda, yönetimle ilgili çok gelişmiş kuramlara sahip toplumlarda araştırma yapacaklara, karşılaşacakları güçlüklerden bezetmiştir.


Alan araştırmaları:

İnsanbilimcilerin, gezginlerin anlattığıyla yetinmek yerine kendi verilerini kendi toplamaları düşüncesi, 19. yüzyılın sonlarında geçerlik kazandı. Boas, Eskimolar arasında yaptığı araştırmayı 1883 - 84 yıllarında gerçekleştirdi. 1897’den 1902’ye değin Boas, Jesup Kuzey Pasifik Araştırma Gezisi’ni yürütmekle görev liydi. Kuzeydoğu Asya aborijinal halklarıyla Kuzey Amerika arasında ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Vancouver adasının Kwakiutl kızılderililerine, aralıklı olarak 50 yıl boyunca sürekli gidip gelmiştir. Kaynak kişi anlatmalarından oluşturduğu "metinler"inden, şimdiye kadar tek bir toplum üzerine derlenmiş en ayrıntılı bilgiler diye sözedilir. Gelgelelim, Boas'ın, yerliler arasında kalarak, olguları kendi gözleriyle izleme gibi bir alışkanlığı yoktu. Boas’ın yıllarına rastlayan önemli geziler arasında 1898’deki Tor res Straits ve Yeni Gine araştırma gezileri sayılabilir. Bu gezileri, herbiri ayrı bir dalda uzman altı İngiliz bilim adamı gerçekleştirmiştir (ne yazık ki hiçbiri de insanbilim uzmanı değildi). Bu gezilerde, insanbilim alanındaki çalışmaları A. C. Haddon, C. G. Seligman ve W. H. Rivers yürütmüştü. Üçü de ayrı çalışma alanları buldular. Haddon ile Seligman Papua adalarında çalıştı. Seligman sonradan Seylan ve Güney Sudan'da da çalışmalar yapmıştır. Rivers, Madras’daki Todalar arasında çalıştı. Bu araştırmalar sırasında izledikleri yöntem, kaynak kişilere sorular sormak, kimi zaman da yapılan yorumları aktarmaktı. Uygun ortamı ve kaynak kişileri bulduklarında bu yola başvuruyorlardı. Yörede konuşulan dili anladıklarında, söylenenin aynısını yazıyorlardı. Boas, yerlilerin kendine özgü söyleyişleriyle yazdığı metinlerinin önemini her fırsatta yinelerdi.

Rivers, bugün rastlanan bazı uygulamaları (usûlleri), toplumun erken dönemlerinden kalma kalıntılar olarak yorumlayan, alan araştırması yapmış son İngiliz insanbilimcisiydi. Rivers, bu yaklaşımla, Melanezya toplumunun yerli ve baskıncı kültürlerden oluşan karma bir toplum olduğunu ileri sürdü. Kraliyet Akademisi, Malenezya Toplumunun Geçmişi (1914) adlı çalışmasından ötürü Rivers'i altın bir çalışma madalyasıyla ödüllendirdi. Bu olay, 1922'de Malinowskinin, Pasifiğin Argonutları, adlı kitabı yayınladığında, günümüz ortamında ele alman (bu) alışkıların abartıldığını ileri sürenlere iyi bir yanıt oluşturur.

Biz gene de, akrabalık konusunda yapılan çalışmalarda hala geçerli olan kuramından dolayı Rivers’in hakkını yemiyelim. Rivers, önce "soydan inme" konusuna teknik bir anlam getirmeğe çalışmıştır: Ana ya da babadan birinin toplumsal grubuna üye olmaktır. Rivers, rütbenin ya da mevkinin (işin) kalıtım yoluyla geçmesi demek olan "yerine geçme"yi, mal-mülkün geçmesi demek olan kalıttan ayırmıştır. Rivers, evlilik kurallarının, çeşitli akrabalık dizgeleri arasındaki farklılıkların ana nedeni olduğu görüşündeydi. Bu konuda, en önemli ayırt edici etkenin, kalıt kuralının kendisi olduğunu ileri süren de Seligman’dır (1922).

Alan araştırmaları konusunda ikinci büyük ilerleme, Malinowski’nin Trobriand Adalarında yaptığı araştırmalardı. Bu araştırmaların yapılışı bir rastlantı eseri olmuştur. Malinowski, Polonya uyruklu olduğundan 1. Dünya Savaşı sırasında bir görev alması gerekirken, bir seçenek olarak, yerinden ayrılmamak koşuluyla savaş süresince Trobriand Adalarında kalmasına izin verilmiştir. Ufak bir adada uzun süreyle kalmak, Malinowski’nin, Trobriand toplum yaşamının gerçek yüzünü (süreçlerini) görmesini, hep sözü edilen düzgülerle (normlarla) gerçek davranışlar arasındaki farkı görebilmesine yardımcı oldu. Değişmeye yolaçan eylemlerde bulunanlara uygulanan toplumsal baskıyı kendi gözleriyle gördü. Bir yandan da yerlilerin dilini yoğun biçimde çözümledi. Artık, Malinowski’den sonra her insanbilimci, alana çıktığında en az bir yıl kalmakta, bazıları da işi daha sıkı tutarak, toplam 2 yıl kalıp, birinci yılın sonunda derlediği bilgilerin bir dökümünü yaparak eksiklerini çıkarmakta (teknik yanlışlarını), verilerini bir düzene koymaktadır. Malinowski’nin çalışmalarıyla boy ölçüşebilecek oranda kusursuz araştırmalar yapan kişiler sayılıdır. Malinowski'nin derlediği bilgilerden yeni yetişen insanbilimciler, Malmowski’nin kendi sormayı bilemediği sorular çıkarmaktadırlar.

Her alanda bilginin artması, bir zamanlar önemi anlaşılamayan soruların sık sık sorulmasını gerektirmektedir. Ortalama yurttaşın, uzmanların söylediklerine kulak asmayışının nedeni, uzmanların, üzerinde anlaşmaya vardıkları konuları saptamak yerine başka düşüncelerde olduklarını söylemeleridir. Bir başka yanlış davranış da, tartışılıp, yanlış sonuçlara varılmış sorulara mutlak doğru bir yanıt bulunabileceğini ileri sürmektir. Bu bölümde ele aldığımız tartışmalı konulardan bazıları, gözlenen gerçek olaya karşıt birkaç varsayımdan yararlanarak çözüme bağlanmıştır. Rakip kuramlar da gerçeğe ne denli farklı bakılabileceğini öğretmiştir. Deneylerimizle, birçok yoldan yalnızca biriyle daha verimli sonuçlar alınabileceğini biliriz. Tek bir yaklaşımın tam öngördüğü sonuca vardığını gösterecek kimse de kolay kolay çıkmaz.







Arama

Bizi Destekleyenler

.